Sevgili Sangacığım,
Günlerdir doğumgünü sarhoşuyum. Daha önceleri de bir dolu mesajlar, tebrikler aldığım, ailemle, eşimle, çocuklarımla keyifle kutladığım doğumgünlerim olmuştu. Ama benim için ilk defa bir sürpriz doğumgünü planlandı; sangacığımın güzel insanları toplaştı, beni yedirdi, içirdi, eğlendirdi, ince ince düşünülmüş el emeği göz nuru hediyeleriyle şımarttı, ev yapımı pastamın üstündeki mumları da üfletti ki dileklerim gerçek olsun…Kendimi bu kadar rahat ve ait hissettiğim yer az olmuştur Sanga. Kendim gibi, olduğum gibi olabilme özgürlüğünü doya sıya yaşadım sayenizde. Bu keyifle bulutların üstünde salındığımdan oturamadım bilgisayar başına. İşte şimdi de yaşlar, göz pınarlarımı zorluyor bu satırları yazarken. Kendin olabilmek bu kadar zor olmamalı şu hayatta…
Sonra bir de hayat demişken, birbiri ardına gelen güzelim yazılarınızı sessizce okudum. Bu kadar derinden ifade edilenlerin yanında ne söylesem sığ kalacağını düşündüm. Ben zaten hep kendimi bir derinliksiz gördüm Sanga. (Kendini başkalarıyla karşılaştırıp durmak neye hizmet eder?) Ne uğruna tutkuyla bağlandığım bir merakım oldu, ne de ateşli ateşli savunduğum bir görüşüm. Bir tartışma ortamında sunulan tezlere ‘Sen de haklısın kardeş!’ dedim, demesem de uzatmadım konuşmayı, kabuğuma çekildim. Zaten uzun konuşmayı da beceremem. Karşımdakinin vaktini alıyormuşum gibi gelir. Biraz lafı uzatsam, bütün gözlerin, dikkatlerin üzerimde olduğunu hissetsem yüzüm kızarır. (Kendi değerini bu kadar azımsamak niye? Sen sus bakayım, sana fikrini soran oldu mu, nasıl da kazınmış derinlere!) Halbuki ağzından bal damlayarak, ‘Ondan sonnacıma’ diye diye anlatılanları dinlemeyi ne de çok severim. Bense gerekli olguları verip konuyu toparlayıp susarım. Hikayelerim de gittikçe kısaldı zaten 🙂
Sabrım mı yok sebat etmeye, derinleşmeye, emek vermeye? Sıradaki gelsin diye diye tatmin olmaz bir iştahla tüketiyor muyum hayatı? Yoksa Defne Hocam’ın dediklerinden ilhamla, bu bitsin, asıl hayat başlasın, nasıl olsa bu yaşadığımız hayat değil, uğraşmaya değmez gibi bir güdü mü var alttan alta?
Bundan başka hayat var mı yok mu bilinmez. Hazır elimizde bir hayat varken, rüyadan uyanmayı beklemeden yaşamalı. Biraz daha uzatırsam bütün yazdıklarımı silip tekrardan sessizliğime gömüleceğimden korkuyorum Sanga. Bu haliyle ‘Publish’e basıyorum.
Tomris Uyar’ın bir röportajında okumuştum. Hikayenin kısa olanının makbûl olduğundan, atılabilen her seyi attıktan sonra geriye kalan özün öneminden bahsediyordu.
BeğenLiked by 3 people
Teşekkürler Alper, yola devam demek ki 🙂
BeğenBeğen
Ben de Saint-Exupéry’nin şu alıntısıyla katkıda bulunayım. Yanılmıyorsam bunu bir gelişinde David Hoca yoga üzerine konuşurken kullanmıştı. “Mükemmelliğe, eklenecek bir şey kalmadığında değil, çıkarılacak bir şey bulunamadığında ulaşılır.”
BeğenLiked by 7 people
Çok beğendim! Teşekkürler Pino…
BeğenLiked by 1 kişi
Öte yandan bir şeyleri çıkaracak seviyeye gelmek için önce eklemek gerekiyo be Ayça. Yani all fixed forms should be designed to develop the practice of freestyle kafası. O yüzden önce bi duyalım söylemek istediklerini. En çok sığ kalacağını düşündüğün anda yazmalısın belki de. Kendinin o en sığ zannettiğin halinle bile kabul gördüğünü fark ettikten sonra bu yanılgı da eriyip gitsin diye. En kırılgan, en güçsüz, en kontrolsüz hallerimizle..
BeğenLiked by 5 people
Tam da ilk yorumun üzerine yatacaktım :))
BeğenLiked by 1 kişi
Öğencinin kaytarmasına vesile olabileceğini anlayıp, ustaca toparlayan Pınar Hocam, I see what you did there 😀
BeğenLiked by 2 people
Hoca olmak böyle bir şey demek ki Aliciğim 😊
BeğenLiked by 1 kişi
Hahaha. Çok güldüm buna Ali 😀
BeğenBeğen