Gerçekten böyle, Serap’ın isyanında bir nebze kendimi buldum ve yangına körükle dalmaya geldim sanılmasın, niyetim iyi bir yere bağlamak. Sabah yogamı yaptım hem de geç uyanmama rağmen hem de 3. prelüd afedersin (ben de şu sabahlarıma bi çeki düzen versem belki hayatım yoluna girer, alışkın değilim geç uyanmaya, kendi üstüme gelmemek için biraz serbest bırakmıştım bu aralar ama yaramadı bence).
Sanırım Fox’ta yeni bir dizi başlayacak, sürekli teaserında bu şarkı dönüyor ve dilime dolanıyor. Sabah french pressimle hemhal olurken mırıldanıyordum, oximoron bu olsa gerek. Yine de gerçekten yarattıklarını takip ettiğinden sual olunmaz yaratıcı artık hani seveceksen sevsen salacaksan salsan da ama biz de bi bilsek mi mesela senin kadranında nereye sokuşturduğun bir garip kul olduğumuzu? Meşhur Mesnevi hikayesidir ya kuru çamaşırı ıslatıp neden yine kurutuyoruz, tamam ıslatalım da çitileyip duruyorsun, değirmen taşı mıyım? (bu şarkılar birbirine yakın bir janr olmalı di mi?)
Bu üçüncü prelüdün kalbiyle ilgili kafa karışıklığıma tutuldum bu aralar. Dikkatimi harekete verince o eller kollar asla doğru yere dönmüyor. Kafam başka yere gidince de olmuyor, nefese odaklanayım desen, nefese pür dikkat kesilince de olmuyor, bir ayarı var. Asla ben ayarlamıyorum, ayarlamakla olacak gibi değil ama böyle sanırım akışta olmak bırakmak teaserı gibi bir şey yaşanıyor bazı milisaniyelerde. Sadece oluveriyor. Kaynamasına müdahale etmediğimde gibi bir şey yani. Bu baya matematik bişi anlıyorum yani hani şu elimizin birini hızlı hızlı yukarı aşağı hareket ettirirken biriyle göğsümüze vurmaca oyunundaki gibi biraz senkronizasyon biraz yer yön bilmek biraz sağını solunu ayırt etmek meselesi. Fakat bazen asla olmuyor ve bazen cuk oturuyor. Her olduğunda bir euraka moment yaşıyorum ama olduğunda değil olup bittikten sonra oluş anı sanki asla kameraya yakalayamayacağım bir kuş uçuşu gibi… Ya çen bana bırakmayı mı öğretioçun çadov? Kedi canını senin ya… Dengeye gelmek gibi anlatabilirim sanırım bunu, denge asla aranıp bulunan bir şey değil de gelinen bir yer gibi. Dengeye geliş kendiliğinden oluyor ama savrulmalar hep benim çabam ittirmem çekmem vs ile gibi ama ittirmeden çekmeden savrulmadan da dengeye gelinmiyor gibi. (iyi bir yere bağlayacağım demiştim)
Ayşe ve Ali’yi sevmenize sevindim, sevilmeye ihtiyaçları olduğunu ve benim gönlümün o kadar geniş olmadığını hissediyorum zira. Dün akşam içimden bir çırpıda bu çıktı, insan sevmeyi bilmez mi ya? Hepimizin kendimizce bildiği bir biçimi var ama ben onun dengesine henüz varamadım. Çünkü herhangi bir insan için “yerim onu ben”den “senin gözüne kum atmak istiyorum”a gelişim çok kolay oluyor. Bu kadar koşullu sevmeye ben sevmek demem. Koşulsuz sevdiğim insan sayısı iki (yani benimle ilgili davranışlarından bağımsız her hallerine kabul olduğum) ama onlarla da her gün görüşsem belki bu kadar koşulsuz olmazdı sevgim. Sahi ne kadar mesafeden sevmek iyi? Bir de korkuyorum, tamam böyle herkesin yıldız tozundan yapıldığını filan görüp bilip her birimizdeki zerrelere hürmeten sevelim de sonra gelip halının ortasına pislemeyeceği ne malum? Biri pislemese diğeri pisler ve sevmeye devam edince biraz yani enayi miyiz arkadaşlar? Yani herkes böyle sevecekse ben varım ama bir ben böyle olacaksam, neden yani? Öfkemle ilk tanışmaya başladığımda böyleydim, “önce o beni sinirlendirmemeyi öğrensin, ben niye öfke kontrolü öğreniyorum” ya da işte “o öfkelenmesin o zaman” gibi. Tamam burası da dengeye gelecek ve muhtemelen sağlıklı sınırlara filan dokunuyoruz burada. Şimdilik ben “sağlıklı sınırlar” dediğimde önce “Ali bütün düzenin bozulmasına üzülüyorum evladım biraz dikkat etmene ihtiyacım var” ile başlayıp “Oğlum bak git”e çok hızlı koşuyorum. Sanki her an Ali aduket çekebilir o yüzden önce ben! Tabii ki dışsal faktörlerin de rolü çok büyük birilerini “engelleyebildiğimiz” mecralarda hayatımızı yaşıyoruz, en azından ben bir instagram kuşuyum. Engelleme eylemi, whatsapp chatten o sohbeti uçurunca o insanı da hayatımdan uçurabildiğim fikrine çok kolay kapılmamı sağlıyor. 1950lerde yaşasam insanca bi hayatım ve sevebilen bir kalbim olurdu ama buna endişelenmek de bir şey kazandırmıyor.
Yani aslında şair demek istiyor ki sevmeyi birilerinden bir yerlerden öğreniyoruz, belli ki ben öğrenememişim doğrusunu ve debeleniyorum, iki gözümün çiçeyi sen yarattıklarından sorumlu olduğuna göre sen bir sevsen de seveceksen, öyle mi öğrensem. İmkan verilse ben de çok severim inan olsun ki.
sevgi-ler 🙂