Çok özlemişim sizi. Burada bu hisle yazmayı. Dünlerdeki yazılarınızı yavaş yavaş okuyorum. Gün içinde sizlerden kısa kısa haberler, duygular yüklemek çok iyi geliyor. İyi ki varmışız, iyi ki sangha olmuşuz.
Küçükken bir mektup arkadaşım vardı, adı Duygu. Çocuk dergilerinin bir köşesinde mektup arkadaşı olmak isteyenler için ilanlar yayınlanırdı. Oradan bulmuştum. Bir süre bir hevesle mektuplaşmıştık. Sonra herhalde teknoloji girmişti araya. Buraya yazmak bana o hisleri hatırlattı hep.
Belki böyle ara ara yazışmak iyi olacak. Ben merak ederim sizi.
Çadır günlerim iş yoğunluğu ile geçti. Hatta bu haftanın da rüzgar gibi geçtiğini söylemem doğru olur. Gün içinde yine ara ara durdurdum kendimi. Stres anlarımı, hatta şıpır şıpır terlediğim anları farkettim. Ama geçti.
Dün yine bir yerden bir toplantıya yetişme stresindeyken durdum dedim ki, “Mervecim bu stres niye var?”, “Buna kim sebep oluyor?”. Cevap gelmedi. Buna sebep olan işimse, bunu kendime kanıtlayabilirdim. Kanıtlamak için, geç kalınca ne olacağını görebileyim diye, sallana sallana gittim. Hatta baya sallandım; aç aç gidilmez öyle diyerek, en sevdiğim tostçuda kendime tost ve ayran ısmarladım. Oldukça da kalabalıktı. Hiç telaş yapmadan oturdum sakin sakin bekledim. Yediklerim çok geldi. Tramvaya binecekken yok dedim, hareket etmem lazım, yürüyeyim. Normalde de sıcakta asla yürümem. Ama bu yaz, sıcakları da seveceğim için ve bugün de mutlaka gecikmem gerektiği için salına salına yarım saat yürüdüm. Yürürken toplantı başladı. Kulaklığımı taktım; “Telefondan katılacağım, bilgisayar ekranını ben paylaşamam” dedim ve devam ettim. Tahmin ettiğiniz gibi zaten kimsenin de umru değildi.
Umarım stres olmuyormuş gibi görünüp, içten içe yine stres yapmamışımdır- yaptıysam da yapmışımdır- ya da bu “stres kaynağı kanıtlama” hedefi altında yatan sebep, aslında o toplantıya katılmak istememem değildir.
Kendime niye bunu yapıyorumun cevabı hala yok. Klişe olacak ama algı ile dünya değişimi sanıyorum ki doğru.
Neyse.
Sonra akşamüstü.
Yemek hazırlarken müzik, podcast vs. dinlemeyi çok severim. Aklımda Ayça’nın dansı, Tansel’in önerisi derken o arada bir şarkı; Gökhan Kırdar’dan Fayton, geldi. Belki yirmi küsur yıldır karşıma çıkmamış, ama hafızamda kalmış o naif giriş müziği beni titretti. Hüngür hüngür ağladım. Bir dakika sürmedi belki ama uzun bir zamandır böyle sesle ağlamamıştım. İyi geldi.
Çadır moduma da bağladım ama genel olarak kalbim daha bir yumuşacık, ılıcık oldu.
Sanırım bu bendeki yoganın bir hikmeti.
Yarın sadhana zamanı.
Bir 28 gün bitiyor ama bu 28 günler hiç bitmez, değil mi sanghamu ve sevgisanga ve h’siz sanga?
Sevgilerimle.
Merve